Paylaş

Dil, bir sözcükler yığınına indirgenemez. En politik söylem bile etkisiz ve zalimce ilgisizdir.

“Gerçek tercüme, konuşma öncesine bir geri dönüş gerektirir.”… John Berger, Paris’teki evinde, 2005. Fotoğraf: Ed Alcock

Yaklaşık 80 yıldır yazıyorum. Başta mektuplar, sonra şiirler ve konuşmalar, daha sonra hikâyeler ve makaleler, kitaplar ve şimdi de notlar. Yazma eylemi benim için hayati bir öneme sahip; benim anlamlandırmama ve devam etmeme yardım ediyor. Yazmak, ne var ki, daha derin ve daha genel bir şeyin bir tomurcuğudur – dille olan ilişkimiz gibi. Ve bu birkaç notun öznesi de dil.

Haydi, bir dilden başka bir dile tercüme eylemini inceleyerek başlayalım. Günümüzde çoğu tercüme teknolojiktir, yani benim edebi tercümeler olarak ifade ettiklerim: kişisel tecrübeleri ilgilendiren metinlerin tercümesi.

Bunun içeriğiyle ilgili geleneksel görüş, tercümanın veya tercümanların bir dildeki bir sayfadaki sözcüklere çalışmalarını ve sonra başka bir sayfadaki başka bir dile aktarmalarını önermektedir. Bu, kelimesi kelimesine adı verilen bir tercüme, ardından ikinci dilin sözel geleneğini ve kurallarını kapsayan ve buna uyan bir uyarlama ve son olarak da özgün metnin “sesine” olan denkliği yeniden verecek bir değişiklik içermektedir. Pek çok -belki de çoğu- tercüme bu yöntemi izlemektedir ve sonuçlar da değerlidir, ancak ikinci sınıftır.

Neden? Çünkü tercüme, iki dil arasında ikili bir ilişki değildir, üçlü bir ilişkidir. Bu üçgenin üçüncü hususu, özgün metin yazıya geçmeden önce metnin kelimelerinin arkasında ne yattığıdır. Gerçek tercüme, konuşma öncesine bir geri dönüş gerektirir. Kişi, özgün metnin sözcüklerini, onlara sebep olan görüşe veya tecrübeye erişmek ve dokunmak için, bu sözcükleri delip geçerek okur ve tekrar okur. Kişi daha sonra orada bulduğunu toplar ve bulduğu bu titreşen, neredeyse sözsüz “şeyi” tercüme yapılacağı dilin arkasına yerleştirir. Şimdi asıl görev, ev sahibi dilin ifade edilmeyi bekleyen bu “şeyi” karşılamaya ve kabul etmeye ikna edilmesidir.

Bu çalışma, bize bir dilin bir sözlüğe ya da bir sözcükler veya cümleler yığınına indirgenemeyeceğini hatırlatır. Bu dilde yazılmış eserlerin bir deposuna da indirgenemez. Konuşulan bir dil, fizyonomisi sözel ve viseral fonksiyonları dilsel olan bir vücuttur, canlı bir varlıktır. Ve bu varlığın yuvası, hem ifade edilemeyen, hem de ifade edilebilendir.

“Anadil” sözcüğünü düşünün. Rusça ’da, rodnoy-yazik, yani “en yakın” veya “en sevildik dil” anlamına gelmektedir. Kişi gerekirse “sevgili dili” olarak da adlandırabilir. Anadil, birinin ilk dilidir, çocukken ilk duyulandır.

Ve bir anadilin içinde tüm anadiller mevcuttur. Başka bir yolla açıklamak gerekirse, tüm anadiller evrenseldir. Noam Chomsky harika bir şekilde göstermiştir ki, bütün diller -sadece sözel olanlar değil- belli ortak yapılara ve ortak prosedürlere sahiptir. Ve böylece bir anadil sözel olmayan dillerle de –işaret dili, davranış dili, uzamsal intibak gibi- ilişkilidir. Ben çizdiğim zaman, görünüşlerin bir metnini ortaya çıkarmaya ve aktarmaya çalışırım, zaten, biliyorum ki tarif edilemez olmasına rağmen, anadilimde bir yer edinmiştir.

Sözcükler, terimler, cümleler dillerinin varlığından ayrılabilirler ve sade etiketler olarak kullanılabilirler. Ardından bunlar etkisiz ve boş hale gelirler. Akronimlerin tekrarlanan kullanımı buna basit bir örnektir. Günümüzde en ana akım politik söylemler, dilin herhangi bir varlığından ayrılmış sözcüklerden oluşur, etkisizdirler. Ve bu tür ölü “kelime satıcılığı” hafızayı silip süpürür ve acımasız bir kayıtsızlık doğurur.

Yıllardır beni yazmaya teşvik eden, bir şeyin anlatılmaya ihtiyacı olduğu ve eğer ben o şeyi anlatmazsam, anlatılmama tehlikesiyle karşı karşıya olduğu hissidir. Ben kendimi önemli, profesyonel bir yazardan çok, boşlukları dolduran bir adam olarak resmediyorum.

Ben birkaç satır yazdıktan sonra, sözcüklerin kendi dillerinin varlığına geri kaçmalarına izin veririm. Ve işte, onlar anında birlikte bir anlam yakınlığı veya bir anlam zıtlığı ya da bir mecaz veya ses tekrarı veya ritim yakınlığı kurabilecekleri sözcüklerden bir ev sahibi tarafından tanındılar ve karşılandılar bile. Onların sohbetlerini dinlerim. Onlar seçtiğim sözcüklerin kullanımı hakkında tartışıyorlar.  Onlar, onlara tahsis ettiğim rolleri sorguluyorlar.

Böylece satırları düzenlerim, birkaç sözcük değiştiririm ve onları yeniden sunarım. Yeni bir sohbet başlar. Ve bu, geçici bir onay mırıltısı oluşana kadar böyle devam eder. Ardından ben de sıradaki paragrafa ilerlerim.

Başka bir sohbet başlar…

Başkaları beni hoşlarına gittiği üzere, bir yazar yerine koyabilirler. Kendime göre, ben bir pisliğim –ve siz pisliğin kim olduğunu tahmin edebilirsiniz, değil mi?

Yazar: John Berger
Çevirmen: Can Torun
Kaynak: The Guardian 

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.

 


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com