hegell
  • 20 Ekim 2016
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

Richard Dawkins, Sam Harris, Christopher Hitchens ve Daniel Dennett tarafından başlatılan bir “Tanrı” tartışmasında, yazarlar sürekli belirli ünlü filozoflara atıfta bulunurlar. Thomas Aquinas’ın Tanrının varlığını kanıtlamanın “beş yolu” düşüncesi hakkında birçok şey duyarız. Bazen de Benedict Spinoza’nın Tanrının doğa olduğuna dair doktrininden dem vurulduğunu görürüz. Tabii ki David Hume’un mucize fikrine eleştirileri; Immanuel Kant’ın Tanrıya dair ontolojik argümanları ve Friedrich Nietzsche’nin “Tanrı’nın öldüğüne” dair meşhur açıklaması konularında da birçok şey anlatılır.

Tanrı konusuyla kapsamlı şekilde ilgilenen ve bu tartışmalarda dikkate alınması gereken fakat alınmamış büyük bir modern filozof daha var. Bu da Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831)’dir. Birçok çok tanınmış liberal teolog, geçtiğimiz bir buçuk yüzyıl boyunca, Darwinci evrim ve diğer köklü bilimsel keşiflere ters düşmeden, insanların ruhani özlemlerini tatmin edebilecek bir Tanrı anlayışı üretmek istediler. Çok da iyi bilinmeyen bir gerçekse, Hegel’in bunu Hume ve Kant gibi büyük modern skeptiklere cevap olarak, olağanüstü bir güç ve incelikle zaten yapmış olduğudur.

Hegel’in felsefesi, filozofun karmaşık yazın tarzı ve ismiyle ilişkilenen çeşitli yanıltıcı söylentiler nedeniyle erişilmesi güç bir yapıdadır. Karl Marx, Hegel’in kendi düşününde önemli bir etkisi olduğunu iddia etmiştir. Ve Marx bir ateist olduğundan, birçok inanan onun sözde öğretmeni Hegel’den hiç hazzetmedi. Diğer yandan, Søren Kierkegaard, Hegel’in dini kurak ve aşılmaz bir rasyonel sisteme indirgediğini iddia ederek bu durumla dalga geçti. Yani Hegel’in felsefi teolojisi, onu reddeden ve etkisini yumuşatmaya çalışan ateistlerin ve terminolojisini yabancı ve korkutucu bulan inananların arasında; yani bir anlamda iki ateş arasında kaldı. Sonuç olarak, sadece birkaç yorumcu bu fikre, ona çekici kılacak şekilde yaklaşıp yayılmasını sağlayacak kadar sempati besledi.

Yine de, Hegel’in günümüzde yaşamış olması gerektiğini düşünüyorum. Hem geleneksel dinlerden hem de bunların dışından geniş çaplı bir kitle, aşkın gerçeklik hakkında düşünmenin dogmatik olmayan yollarını arıyorlar. Karen Armstrong ve Elaine Pagels gibi yazarlar, gelenek ve inançla, dini deneyimle ve dini düşünceyle daha az ilgili olan geniş kitlelere hitap ediyorlar. Hegel’in okunabilir bir yorumu, onun fikirlerinin saf aydınlatıcı gücü üzerinden okuyucularına ulaşacak.

Bu fikirler nelerdir? Hegel, Tanrı hakkında düşünmenin geleneksel yollarına dair radikal bir eleştiriyle başlıyor. Tanrı, genel olarak, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve benzeri şekillerde tarif ediliyor. Hegel, bunun bir hata olduğunu söylüyor. Eğer Tanrı, gerçekten sonsuz, gerçekten sınırsız ise o zaman tanrı “bir varlık” olamaz, çünkü “bir varlık” (ancak güçlü) diğerleri arasında, sadece diğerleriyle ilişkilerince bile sınırlanır. X olmayışı, Y olmayışı ya da benzeri olmayışı ile sınırlıdır. Fakat o zaman açıkça sınırsız değildir. Tanrıyı bir varlık olarak düşünmek, Tanrıyı fani kılmaktır.

Eğer Tanrı bir “varlık” değilse, nedir? Hegel bu noktada, iki konuya parmak basıyor: Birincisi, sizin ve benim gibi fani şeylerin olabildiğimiz kadar gerçek olmada başarısız olduğumuza dair bir his; çünkü ne olduğumuz, büyük ölçüde diğer fani şeylerle olan ilişkilerimize bağlıdır. Eğer kendisini olduğu şey yapmak için yine sadece kendinden güç alan bir şey olsaydı; o zaman o “bir şey” kuşkusuz bizim olduğumuzdan daha fazla kendisi olurdu. Tanrı için sonsuz olmanın önemi buradan gelir: Çünkü bu, Tanrı’yı daha çok kendi ve kendi olarak, diğer her şeyin olduğundan daha fazla bütünüyle gerçek yapar.

Hegel’in ikinci ana noktası, bu bizim olduğumuzdan daha gerçek olan şeyin sadece kuramsal bir olasılık olmadığıdır; çünkü bizler, kendimiz olarak, bazı zamanlarda, diğer zamanlara kıyasla, tamamen gerçek olma deneyimine daha az sahibiz. Bu deneyimi, şimdiki arzularımız ve projelerimizden bir adım uzaklaşarak kendimize neyin mantıklı olacağını, bu şartlarda neyin en etraflı olacağını sorduğumuzda yaşarız. Böyle bir soru sorduğumuzda, kendimizi arzuyu duymamıza ya da projeyi yürütmemize neden olan şey neyse ona daha az bağımlı kılarız. Neyin daha iyi olacağını, kendi kendimize yetmek yerine, düşüncelerimiz üzerinden deneyimleriz. Fakat kendi kaderini tayin edebilmeyi bu yolla anlayan bir şey, zaten daha “kendisi” gibidir. Kendisi olarak, şartların ürünü olan bir şeyden daha gerçektir.

Bu iki nokta beraber ele alındığında, Hegel, eleştirdiği geleneksel Tanrı algısının bir temsiline ulaşır. Eğer kendi kaderini tayin etmeye (ve aynı kendisi gibi gerçek) eşlik eden başka daha yüksek bir gerçeklik derecesi varsa, ve gerçekte, bizler bazı zamanlar, diğer zamanlarda olduğundan daha büyük bir özerklik elde ediyorsak, o zaman bu, bizim kendi deneyimimize, Tanrı ile özdeleştirdiğimiz bazı diğer daha yüksek dereceli gerçeklikler vasıtasıyla aşina olduğumuz anlamına gelir. Muhtemelen bu gerçekliğin en yüksek derecesinin -ki bu Tanrının kendisi olurdu- her zaman farkında değiliz. Fakat bazı yönlerinin farkındayız özellikle de kendimiz olarak (tam olarak) mevcut olduğumuz yolla, daha gerçek olarak, kendimizi o an hissettiğimiz arzulara bırakıp bizi onların yönetmesine izin vermek yerine kendimize “ne en iyi olurdu?” diye sorduğumuz anlarda. Bizler, böyle bir durumda, tam olarak daha gerçeğiz, çünkü düşünce, kendimizi arzularımızın akışına bıraktığımızda olduğundan daha aktif bir rol ediniyoruz.

Öyleyse Tanrı nedir? Tanrı, her şeyin her derecede muktedir olduğu özgür irade üzerinden kazanılan en bütünlüklü gerçekliktir. Ki, Tanrı, bizler gibi sınırlı gerçekliğin varlıklarından doğar.

Lütfen dikkat ediniz ki, Tanrı’nın biz olduğumuzu veya Tanrının dünya olduğunu veya Spinoza’nın dediği gibi Doğa olduğunu söylemedim. Aksine, Tanrının tam bütünlüklü bir gerçeklik olduğunu ve bizlerden, dünyadan ve doğadan meydana geldiğini söyledim. Bu, Tanrıyı bizlere, dünyaya ya da doğaya indirgemez; çünkü bahsettiğimiz Tanrı, bütün bunlardan çok daha gerçektir. Burada, gerçeğin ne olduğunun basit bir paradigmasından ibaret olan bazı temel “şeylerden ziyade, giderek artan bir gerçeklik süreci var.
Hegel’in algısı Tanrı’yı bize ya da dünyaya indirgemese de, Hegel’in geleneksel Tanrı konseptlerinde tanımladığı, Tanrı’yı ayrı bir varlık olarak algılanması hatasını önlüyor. Tanrı’yı sözüm ona bir süreçte konumlandırarak, bizleri, dünyayı ve doğayı da buna dahil ediyor. Hegel’in düşüncesi, Tanrı’yı biz, dünya ya da doğa olmayan bir şey olarak tanımlamaktan sakınır. Ki, bu da, Tanrı’yı geleneksel fikirlerin yaptığı şekilde sınırlamayı önler.

Hegel’in Tanrı fikrinin ilk bakışta oldukça “yumuşak” olduğunu biliyorum. Bu, ne bizimle, ne dünyayla özdeş olmayan; ne bizden ne de dünyadan ayrı bir varlık olmayan şey nedir? Nasıl böyle bir şeyden bahsedebiliriz?
İlk cevap, tabii ki, sözünü ettiğimiz şeyin bir “şey” olmadığı, çünkü o bir “şey” olsaydı, sınırlı olurdu, bizim olduğumuz gibi ve Tanrı olmazdı. Bu nedenle, dilimizin sınırlarını genişletmek zorundayız. Dilimiz çoğunlukla sınırlı şeyler hakkında konuşmak üzere tasarlanmıştır. Hepsinden önemlisi, Hegel için “gerçek” gibi sözcüklerin her zaman basitçe ölçebileceğimiz, tartabileceğimiz ve tekmeleyebileceğimiz materyal nesneleri ya da “ruhlar” gibi ek bir nesne kategorisini kast etmediği fikrine alışmalıyız. Ki, ruhlar tam olarak materyal objeler değildir fakat bir şekilde materyal objelerle bağlantılıdır. Bunun yerine, “gerçeklik” nesnelerin özerklik, özgür irade ve kendisi olma konularındaki başarı düzeyiyle orantılı olarak bir derece meselesi olabilir.

Bu giderek artan gerçeklik boyutunun kavrayışı olmadan, “Tanrı” nosyonu neredeyse kaçınılmaz şekilde, (Hegel’in eleştirdiği ve Tanrıyı bir “varlık”, bizim gibi bir varlık olarak resmeden) bir çeşit kendi kendini boğan insanbiçimciliğe mahkûm oluyor.

Bu da Aziz Augustine, Meister Eckhart, Mevlana Celaleddin Rumi, Avilalı Aziz Teresa gibi mistik edebiyat gelenekleri ve Wordsworth, Emily Dickinson, Walt Whitman, Rainer Maria Rilke gibi modern şairler konusunda biraz bilgiye sahip olunmasına yardımcı oluyor. Hepsi, Hegel’in bir dereceye kadar dilin sınırlarından kurtulmakla yükümlü bir gerçekliği uyarmak için sıradan dili esnetme konusunda yalnız olmadığını gösteriyorlar.

Hegel’in dile katkısı konusundaki ayırıcı nitelik, tabii ki, şairlerin ürettiğinden daha sistematik ve mantıken daha sağlam bir ifade peşinde olmasıdır. Bu noktada, önceki örnekleri, özellikle Platon’u (MÖ 427-347) ve Plotinus’u (MS. 204-270) takip eder. Ve her üç düşünür de, daha yüksek, daha otonom bir gerçeklik kavramı varyasyonlarına odaklanıyor. Ki, Platon’a göre, bunlarla, basitçe arzu ya da duygulardan ziyade, yönlendirme arama kapasitemiz üzerinden ilişki kurabiliriz.

Başka bir önemli soru da, “Bu yeni doğan en yüksek gerçeklik için “Tanrı”kelimesini kullanmak neden uygun?” Neden, geleneksel dinle herhangi bir bağlantıyı ima etmeyecek, örneğin “mutlak” veya “varlığın sebebi” gibi teknik bir terim değil? Søren Kierkegaard ve Martin Heidegger gibi yazarlar, Blaise Pascal’ın “Filozofların Tanrısı” olarak adlandırdığı şeyi, sıradan inananlarca tapınılan Tanrı ile çok az ya da hiçbir ilgisi olmadığı gerekçesiyle reddetmişlerdir.

Hegel, geniş ölçüde, geleneksel din üzerine ders verdi. Bu yolla, felsefesinin inananların gerçekte önemsediği şeyi nasıl yakaladığını göstermeyi amaçlıyordu. Bundan sonra yazacaklarım bu konuya dair fikirlerimdir. Ve çoğunlukla Hegel’in felsefi teoloji konusundaki esas çalışması olan Mantık Bilimi‘ne dayandırılmıştır.

Vurgulanması gereken ilk şey, Hegel ve haleflerinin bu projede, insanlığın şimdiki arzu ve projelerinden geri çekilerek daha çok “kendileri” olmalarından bahsederken, dar mahiyetli bir işlerliğe odaklanmıyor olmalarıdır. Platon, geniş ölçüde aşk (eros) hakkında yazdı. Onun yazınındaki esas kaygı, iki şeyi göstermekti: Birincisi, aşkın zorunlu olarak entelektüel bir boyutu olduğu ve bu boyutun içsel özgürlük veya sorgulamayla ilgili olduğuydu. Bunun nedeni, aşkın sevdiği şey için gerçekten iyi olanı aramasıdır. Ve bu sebeple, “gerçekten iyi olan ne?” sorusunu sormalıdır. Ve ikincisi, Plato, içsel özgürlüğün (insanı) eninde sonunda özgürlük kapasitelerinden dolayı diğerlerini sevmeye yönlendireceğini göstermek istedi. Yani içsel özgürlük ve aşk, kafa ve kalp birbirinden tamamen ayrılabilir değillerdir.

Hegel kendi payına, içsel özgürlüğün sevgiye yönlendirdiğini açıklar -Hegel, Platon’un tezinin bu bölümünü, Platon’un yaptığından daha ayrıntılı biçimde açıklamıştır- çünkü diğerlerinden bağımsız olarak özgür olma girişimleri zorunlu olarak başarısızlığa uğrar. Bunun nedeni, diğerlerini ilgilendiğim konunun dışında bırakmakla kendimi onlarla ilişkim üzerinden tanımlıyor olmamdır ki, bu şekilde kendimi tamamen otonom olmaktan alıkoyuyorum: yani, içsel özgürlüğe sahip olmaktan.

Özgürlük ve aşk arasındaki bu bağlantı, özgürlüğün kendi kendilerini tanımlayan hayranlarından bazıları için sürpriz olacaktır. Fakat günlük yaşamda kendilerini “düşmanları olan” bireyler olarak gören insanların nadiren içsel olarak özgür olduklarını görmek kolaydır. Platon ve Hegel, diğerleriyle her koşulda uzlaşmamız gerektiğini söylemiyorlar veya her yaptıklarını onaylamamızı istemiyorlar. Bunun yerine, diğerlerinde özdeşleşebileceğimiz bir şey görebilmemiz gerektiğini, böylece bizleri kendimizden ziyade bu ilişkiyle tanımlayacak tamamen yabancı bir şeyle yüzleşmek zorunda kalmayacağımızı söylüyorlar.

İçsel özgürlük ve aşk arasındaki bu gizli bağlantı, belli ki Tanrı düzeyinde işlemek zorundadır. Tanrı, tamamen otonomdur çünkü o, herhangi bir şey “olmamakla” tanımlanmamıştır. Fakat özerklik kapasitesi gibi yaşayan her şeyle yakın ilişkilidir. Hegel bu ilişkili olma durumunu, sadece evrensel kapsamlılığından dolayı, “özgür aşk ve sınırsız kutsanmışlık” olarak tanımlar.

Ki, Hegel’in Tanrısı, adalet ve besleyici aşkın ancak semavi dinlerin daha ilham verici belgelerinde gördüğümüz bir kombinasyonunu sergiler. Adildir çünkü herkes dâhildir. Aşıktır çünkü (ayırmaksızın) herkesi sever.
Hegel’in fikri, semavi dinlerin diğer iki özelliğini de açıklar ve muhafaza eder. Hegel’in betimlediği Tanrı, sınırlı şeylerin dünyasından doğmuş olarak, onlara edinebilme yetileri olan en büyük gerçekliği verir. Bu yolla, Hegel’in Tanrısı, geleneksel adıyla “yaratım” olarak tariflenen şeye çok benzer bir şey icra eder. Yine de, bu Hegelci “yaratım”, sadece “başlangıçta” cereyan etmek yerine, zaman-mekân boyunca meydana geldiğinden, bizleri evrenin tarihi hakkında bilgilendiren astrofizik ya da biyoloji ile çelişmez.

Semavi dinlerin Hegel’in muhafaza ettiği bir diğer özelliği de Tanrının bir şekilde yarattıklarına bakıyor ve onları kurtarıyor olması düşüncesidir. Özgür aşk ve sınırsız kutsanmışlığın tanımı olan Tanrı, tam olarak bunu yapar; ama belki de alışılmadık bir biçimde. Hegel’in Tanrısı, dünyaya ya da ondan sonra gelen bir şeye “müdahale” etmez. Bunun yerine Hegel’in Tanrısı, her yerdedir ve her birimize tam bir gerçeklik ve kapasetimiz ölçüsünde kutsanmışlık verir.

İnsanların sorduğu son soru, Hegel’in Tanrısının “kişisel bir Tanrı” olup olmadığı. Eğer bir “kişi” sınırlı bir şey olma açısından size ve bana benziyorsa, siz ya da ben onunla bizatihi yüzleşebiliriz; bu yönden, belli ki Hegel’in Tanrısı bir “şahıs” değil. Diğer yandan eğer, bir “kişi”, içsel özgürlükle karakterize edilen bir gerçeklikse, o zaman, Hegel’in Tanrısı açıkça, herhangi bir şeyin olabileceği kadar “kişisel”dir. Öyle görünüyor ki, din, bu tür bir “kişiyi” bütün beyanları içinde tanımayı ve sevmeyi öğrenmekle ilgilidir.

Umuyorum ki, listelediğim şairler, mistikler ve diğer filozoflar kadar ana hatlarıyla özetlediğim şeylerden ve şüphesiz yazınlarıyla yakınlık hissettiğiniz insanlardan ortaya açık ve anlaşılır bir şey çıkmıştır. Hegel’in din anlayışı, yayılmaya daha müsait, daha az dogmatik ve entelektüel olarak Richard Dawkins ve eleştirmen meslektaşlarının din olarak tanımladıkları şeyden çok daha ilginç bir fenomendir.

Yazar: Robert M. Wallace
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
Kaynak: Philosophy Now

 

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.

 


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com